Sayfalar

Translate

9 Ekim 2012 Salı

APTALSANIZ…

Herkes dört dörtlük yöneticiye denk gelecek kadar şanslı değildir. Ne yazık ki, bulunduğu makama bilgi, tecrübe ve emeğiyle, ehliyeti sayesinde gelmemiş pek çok yönetici var. Bunlar, kifayetsiz oldukları için, sadece ‘emir kulları’ ile çalışmak isterler. Yani ‘doğru yere doğru adam’ değil, verilen kararın yanlış olduğunu bilse de ‘Aman efendim gene ne kadar güzel düşünmüşsünüz’ diye verilen işi yapar gibi yapacak adam isterler. Kendisi yapmayacak zaten de, altındaki ‘isimsiz kifayetlilere yaptıracak adama. Bu tür yöneticiler, ayrıca, buldukları (tabiat-ıyla kendilerinden de kifayetsiz) bu emir kulunun işini yapmasına zaten izin vermezler. Her şeye karışır, sürekli müdahale eder, yol boyu kırk kere karar değiştirirler; en büyük tutarlılıkları tutarsızlıklarıdır. Ama bu, emir kulunu hiç rahatsız etmez, aksine işine gelir: Zaten kifayetsiz, korkak ve inisiyatif kullanmaktan acizdir. Sadece verilen emri yerine getirmekle yetinince, riske girmemiş olur. Verilen yanlış karar, yapılan yanlış uygulama (ki doğrusu nadirdir) cortlayınca da, kabahat yöneticide yahut da sadece talimatları yerine getiren emir kulunda olacak değil ya, ortaklaşa suçu yıkacak bir günah keçisi bulunuverir. Kifayetsiz yardımcı zaten yalan söylemeye, kifayetsiz yönetici de dinlemeye hazır ve alışıktır. Etrafını bu tür yala... pardon yardımcılarla dolduran yönetici, giderek, bırakın eleştirmeyi ‘tak deyince şak diye’ yapmayanlara tahammül edemez hale gelir. Eğer siz aptalsanız... Yani şirketin çıkarını gözetiyorum sanarak, yanlış karar ve uygulamaları alkışlamıyorsanız; koltuğunuzu korumanın ve terfi almanın yolunun işinin ehli olmaktan, işini hakkını vererek yapmaktan geçtiğini sanıyorsanız; sonunda benim kıymetim bilinir diye düşünecek kadar safsanız şansınız yok demektir. Emir kulları sizi bir tehdit olarak algılayacaklar ve sizi, (sizin ulaşamadığınız ama onların sürekli beynini yıkadıkları) yöneticiye sinsi ve planlı bir şekilde gammazlayacaklardır. Bir müddet sonra, etrafındaki bu yalancı halkasıyla gerçeklerden kopmuş olan yönetici, duyduklarına inanmaya başlar. İnanmasa bile, acilen bir günah keçisi bulunması gerektiğinin o da farkındadır. Bu arada, yıldızınızın söndüğünü, ağır ağır kara deliğe dönüştüğünü anlamak kolaydır: Emir kullarının size karşı tutumlarına dikkat edin! Düne kadar, yani patron nezdinde itibarınız yerinde iken, ne olur ne olmaz diye, etrafınızda pervane olup yüzünüze gülen, sırtınızı sıvazlayanlar, odanıza uğramamaya, asansörde konuşmamak için cep telefonuyla oynamaya, koridorda sizi görmemiş gibi yapmaya, toplantılarda sizden uzak durmaya başladı mı... bilin ki tanrı katında rüzgar aleyhinize esmeye başlamış demektir. Eğer siz çok aptalsanız, yani büyük bir istikrarla verilen yanlış kararları eleştirmeyi bir hak, hakkın ötesinde, şirketin çıkarları gereği göreviniz zannediyorsanız; Doğru bildiğinizi söylemeyi, dürüstlüğü marifet addetmeye devam ediyorsanız; Yani, kendi çıkarlarınıza ters düştüğünü bile bile, işin gereğidir, şirketimin menfaatidir diye yöneticinizle ters düşmeyi göze alıyorsanız; Hasılı (çok haklı olsanız da) şirketin çıkarını patrona karşı savunacak kadar akılsızsanız... Hiiiç ağlamayın! Ben de patron olsam, kendi çıkarını bile kollayamayan adamla çalışmam.

İŞE GELMEYEN TAZMİNAT ÖDEYECEK

Yeni Borçlar Kanunu işe başlamayan veya aniden işten ayrılan işçinin patrona tazminat ödeme yükümlülüğünü getirmiştir.Buna göre işçi, haklı sebep olmaksızın işe başlamadığı veya aniden işi bıraktığı takdirde işveren, aylık ücretin dörtte birine eşit bir tazminat isteme hakkına sahip olacak. İşverenin, ayrıca ek zararlarının giderilmesini isteme hakkı da var. İşveren zarara uğramamışsa veya uğradığı zarar işçinin aylık ücretinin dörtte birinden az ise, hakim tazminatı indirebilecek.

Tazminat isteme hakkı takas yoluyla sona ermemişse işveren, işçinin işe başlamamasından veya işi bırakmasından başlayarak otuz gün içinde, dava veya takip yoluyla bu hakkını kullanması gerekiyor. Aksi takdirde, tazminat isteme hakkı düşüyor(Borçlar Kanunu 439.madde). Haklı bir sebep olmadan işe gelmemeye karar verme sürecinde olan işçilerin iyi düşünmeleri gerekiyor.

Ucuzcu Turizmi

"Ucuzcu Turizmi" Türkiye için artık kolay kolay düzeltilemeyecek bir hal almıştır. Türk turizmi, maalesef bu kaderi ile yaşamak zorundadır.
Bunun ana nedenleri şunlardır;

a) Turgut Özal tarafından 1980'li yıllarda (isabetle) başlatılan Turizm Teşvik Yasası'ndan, o tarihlerde olması gerektiği gibi, çoğunlukla, büyük müteahhitler (inşaat şirketleri) yararlandılar. Nitekim, bizzat hükümet bu şirketleri işin içine çekme gayreti gösterdi. Bunun iki makul sebebi vardı; birincisi kendi otellerini kendilerinin inşa edecek olmaları ve bundan da ayrıca menfaat sağlamaları, ikincisi ise, bu yatırımları yapabilmek için gerekli sermaye birikimine sahip olmaları. Buraya kadar her şey normal gözükse de, anormallik, bu kurumsallaşmamış inşaat şirketlerinin otelleri, erbaplarına bırakmayıp veya (daha da kötüsü) bırakmış gözükerek kendileri işletmeye kalkmaları ile oldu. Devlet tahsisli arazi sudan ucuz, otelin inşası, dayatılıp döşetilmesi de devlet destekli (malum subvansiyonlar), yani bizim kesemizden olunca bu şirketler, dev tesislere maliyetlerinin azami %50'sine sahip oluverdiler. Ve, ister istemez, fizibilitelerini de bu maliyetler üzerinden yaptılar. Kaldı ki, her ne kadar tesisler fiziki açıdan mükemmel olsalar da, işi bilmediklerinden işletmede ve kalitede çuvalladılar. Bu tesislerde personel devir hızı yılda %200 dolaylarındadır ve genel müdürler bile EN AZ senede bir değişmektedir. Bir genel Müdürün, esas performansının, çalışmaya başladığı seneyi takibeden yıllarda ölçülebileceği düşünüldüğünde işin ciddiyeti daha iyi ortaya çıkmaktadır. Böylece, bu tesislerde çalışan personelin, yöneticiler dahil, ücretleri de, kaliteleri de düşük olmaktadır. Bunun sonucunda da, global rakiplerine karşı, kalite arttırma yerine fiyat düşürme stratejisi izlemekten başka çareleri kalmamaktadır.

b) Ucuzlamanın ikinci nedeni ise yurdumuzdaki, YOZLAŞMIŞ "All Inclusive / Herşey Dahil" sistemidir. Düşünebiliyormusunuz, bir Rus'un günlük alkollü içki tüketimi dahi (eğer otel, kaçak değil de yasal içki servis ediyor ise!...) ödediği tüm ücretin üstüne çıkabilmektedir. Bu fiyata kalmayanı döverler!... Bunun sonucunda, dünyanın ne kadar rüküşü varsa tatil için Türkiye'ye gelmektedir!... Ayrıca, kaçak içki imalatı da, bu nedenle önlen(e)memektedir!... Haberlerde, "Kaçak rakı'nın otellere pazarlanmakta olduğu"na açıkça yer verilmekte fakat, doğal olarak bu otellerin isimleri ifşa edilmemektedir. Ancak, sizi temin ederim ki, kaçak içkileri alıp satmayan tesis sayısı bir elin parmak sayısından azdır. Aksi takdirde, yukarıda belirmiş olduğum nedenle, batarlar!... Bunun çözümü için, devletin, etkin olmaktan uzak baskınlar yapmasından çok, 10 TL'ye mal olup, satılıp kar da edilebilen rakı'nın üzerindeki 50.- TL'lik %400'lük vergi yükünü hafifletmesidir!...Hepimiz biliyoruz ki devletimiz bunu yapmaya hiçbir zaman yanaşmaz, yanaşamaz!... O zaman da bu kaçak içki üretimi sürer gider; "tavşana kaç, tilkiye tut..." senaryosu gereği!...

c) Ucuzlamanın üçüncü nedeni ise, fırsatçı "Tur Operatörleri"dir. Malumunuz, tur operatörleri, seyahat acentelerinin ağa babaları, toptancılarıdırlar. Bunlar, her sene, en geç Eylül ayında, bir sonraki sene için otellerimizi birbirlerine düşürüp inanılmaz düşük fiyatlarla büyük çapta anlaşmalar imzalarlar. Otellerin bize bu kadar pahalı iken yabancı turiste bu kadar ucuz satılmasının nedeni budur. Tanıdığım bazı uyanık vatandaşlarımız bu nedenle rezervasyonlarını yurt dışı acenteler kanalı ile yaptırıp, otellerde bu süper avantajlı fiyatlarla tatil yapmaktadır. Ayrıca, siz çok iyi bilirsiniz, pazarlama'nın ana kurallarından birisidir; bir ürünün fiyatını ucuzlatmak kolay, o fiyatı tekrar yukarı çekmek ise çok zor, hatta imkansızdır!... Dünya turizm pazarında bu ürünün ismi "Türkiye Turizmi"dir, maalesef!...

Bu aksaklıkları düzeltecek olan kurum, şüphesiz Turizm Bakanlığı'dır. Gelin görün ki onu kim düzeltsin!...

2 Ekim 2012 Salı

BAŞARI VE MOTİVASYON

Motivasyon oluşturmanın en etkili yolu çıtayı yüksek tutmaktır. Büyük hedeflere ulaşmanın yolu da büyük 
amaçları küçük adımlara bölmek ve her gün bir adımını gerçekleştirmektir. Başardığınız her adım, yaptığınız 
her ilerleme bir sonraki ilerleme için gerekli olan güven ve isteği oluşturacaktır. Siz kalkın ve yürüyün, 
gölgeniz arkanızdan yürüyecektir.

Başarıda ilk adım kadar son adımda önemlidir. Bir çok kişi son bir adım daha atmadıkları için başarıya
ulaşamamıştır. Herkesin yaptığının bir fazlasını yapan şampiyon olur. yüzlerce yarış atı var, fakat şöhrete
ulaşanlar diğerlerinden birkaç saniye daha hızlı koşanlardır.

Eğer “büyük düşünerek” Mercedes sahibi olmayı istemiş ancak bir Renault Spring sahibi olmuşsanız
üzülmeyin. Eğer Mercedesi hedeflemeseydiniz muhtemelen bu kadar sürede Renault’da alamazdınız. Büyük
düşünmeyi bilmek kadar küçük de olsa başarılara sevinmeyi bilmek de önemlidir.

Unutmayın hiçbir şey başarı hissi kadar insanı kavgaya hazır hale getirmez… “Düşmanınız sizden küçükse
onu affedin büyükse mücadele edin. Seçtiğiniz düşman-rakip kadar büyüyebilirsiniz.